30 Aralık 2012 Pazar

SURNAME 2010





          Kukla gösterilerinin ne kadar güzel ve göz kamaştırıcı olabildiğini unutmuşum. Çocukluğumdan kalma anılarda gizlediğim Pinokyo'dan İbişe her tür kuklayı görerek büyümüş biri olarak kuklaları unutmuş olmam affedilir şey değil.  Kağıthane Sadabat sahnesinde yeniden karşılaştım kuklalarla hatta İstanbul'un hallerine de. Benim gibi İstanbul'da doğmuş büyümüş hatta Hacivat-Karagözü bilip, Pinokyo masalını farkı şekillerde okuyup izlemiş, oyuncaklarıyla oynamış biri hatta bir nesil için kaçırılmayacak bir rüya alemiydi diyebilirim. Nasıl oldu da yeni izledim bu oyunu bilmiyorum, ama şu an yeniden izler misin deseler bir saniye bile düşünmem. Muhteşem kostüm, dekor ve usta işi teksti ile adeta büyülendim ben bu oyunda. İsterse hiç bir şey anlatmasın, bana hatırlattığı anılar ve içinde yaşadığım İstanbul'un izlerini taşıması dahi yeterli benim bu oyunu sevmem için. İçimdeki şenliği, İstanbul'un içindeki şenliği; geçmişimiz, günümüzle yaşattığımız şenliğimiz devamlı olsun....











19 Kasım 2012 Pazartesi

En Güzelinden Bir "Fiat 500E"



                  Son zamanlarda artan elektrikli araba  üretmine her geçen gün dahada ısınıyorum. Çevresel, ekonomik özellikleri bir yana bu arabaların kendine özgü bir tarzların var ve ne alaka bende bilmiyorum ama bana çiçek çocukları hatırlatıyorlar. Tabi, bence dünyanın en şahane ve en güzel otomobili olan Fiat 500 bu işe girişince benimde bu yazıyı yazmam şart olup bu haberi aldığım blog'dan bahsetmem  kaçınılmaz hale geldi.  Evet efendim bu şahane araba bir Fiat 500 iştiraki olup adı da Fiat 500E olmuştur. Bu güzelliğe bakıp  hayran olmamak elde değil, biri beni durdursun sarılmak istiyorum....



DN: Fotoğraflar ve haber http://www.motorauthority.com/image/100409479_2014-fiat-500e adresinden alınmıştır.

15 Kasım 2012 Perşembe

Maison Martin Margiela For H&M


H&M 'in Maison Martin Margiela tasarım özel koleksiyonundan benim seçtiklerim.



DN: Ürün fotoğrafları ve fiyat bilgisi H&M Türkiye sitesinden alınmıştır. Koleksiyon sadece İstinye Park Mağazasında satılmaktadır.

14 Kasım 2012 Çarşamba

Yorgan Altı Şarkıları


          
                                                                        
          Nereden çıktı bu konu hakkında yazmak bilmiyorum; fakat benim gibi bir sürü insan olduğundan eminim . Bazen hiç dinlemediğin hatta yaptığı işlerden hiç haz etmediğin birinin, bir şarkısı seni o kadar etkiler ki tek yapabildiğin gizli gizli dinlemektir. Bazen kendine yakıştıramazsın, bazen arkadaşlarının dillerine malzeme olmaktan çekinirsin. İşte yalnız kaldığın zamanlarda dinlediğin o şarkılarla aslında bir noktada birleşiyorsundur, her şey bunu kabul etmekle başlar önce. Bundan sonrası yalan dolan.  Eğer bütün arkadaşlarınızın Pink Floyd dinleyip dolandıkları, Rolling Stones dinleyerek uyuya kaldıkları bir dünya düşlüyorsanız işte bu koca bir aldatmaca demektir. Bu topraklar Zülfü Livaneli ile bağıra bağıra şarkı söyleyenlerin aynı şarkıyı İbrahim Tatlıses'ten duyunca burun kıvırmalarına çok rastladı. Yöresel ve yerel müziği bilmeden diğer müzikleri anlamaya çalışıyorsak geride yarım bıraktığımız bir şeyler sizce de yok mudur? Üniversiteye başlayana kadar türkçe şarkı dahi dinlemeyen ben teyzemin söylediğine göre 5 yaşındayken İbrahim Tatlıses filmleri izliyormuşum. İşte benim bilinç altımda yatan sevdiğim ama sevdiğimi söylemekten utandığım şarkılar. 






DN: Ayrıca meyhaneye gidip göbek atmayı da hiç sevmiyorum o ne ya! Dertlenelim güzelleşelim...

10 Kasım 2012 Cumartesi

LOMOGRAPHY ZAMANI

             
             
                 Dijital fotoğraf makineleri, cep telefonları yok efendim Instagramlar , filitreler derken ortalık fotoğrafçı kaynamaya başladı. Bence fotoğrafçı olmak istiyorsan, fotoğraf filme çekilecek arkadaşım. Tabi bu durumda yok ya biz de enayiydik, artık dünyadaki pek çok ünlü fotoğrafçı bile dijital kullanıyor günaydın arkadaşım diyebilirsiniz. Haklısınız da bir şey diyemem. Ama fotoğrafın sürpriz olması da ayrı bir keyif değil miydi? Herkes fotoğrafların tab ettirilip eve geldiği dakika heyecanla başına üşüşmez miydi? Şimdi beğenilerimiz bile 5sn içinde gerçekleşiyor. Gördün, beğene bas, bekleme yapma geç! Yaşlılar gibi ah nerde o eski bayramlar geyiğine sarmıyorum. Size söylemek istediğim bir tane de filmli bir makineye sahip olsanız, sadece özel anlarda kullansanız ve bu makine sizi her seferinde şaşırtsa fena mı olur?




              Bir kaç yıl önce Lomography diye bir şey ile tanıştım. İstanbul'da değil mağazasını bulmak satan yer bulmak bile zor oldu. Sonra bana hediye geldi falanda filanda derken, bu sene bir de baktım ki Lomo her yeri sarmış. Tabi benim makinem bozuldu ama siz Instagramla yeni tanışmışken ben Instagram'ı gerçek film kalitesiyle yaşıyordum (şahıs burada havasını atmaktadır: tabi havası birazdan sönecektir). Gerçi o zaman anladım fotoğrafçıların ne kadar zalim ve paragöz olduklarını. Fotoğrafçılık kulübünde iken ben 5 tl verip alıyordum CD içinde fotoğrafları. Ama İstanbul'daki fotoğrafçılar önce filmi bir ton paraya satıp,  ardından yıkamayı bir ton paraya yapmaya başlayınca makinenin fiyatı bile yanlarında ucuz kalmaya başladı. Aklımda vardı bir dükkanım olsa ilk iş köşeye bir film yıkama makinesi koyup bu gençlerin yaşamasına destek olacağım diye. Umarım Lomo mağazası açanlar bunu yapıyordur yoksa bu iş zevkten çok zengin bebesi işi olarak kalır halbuki Lomo orijinal Instagram topluluğudur ve bence bu işten zevk alan herkese hizmet etmelidir. Sanırım, Galata'da bir mağaza mevcut bir de yanlış hatırlamıyorsam Sıraselviler'den Çukurcuma'ya inerken bir mağaza vardı, keyfini çıkarın. 

PROFİL FOTOĞRAFLARI ŞENLENİYOR FESTİVALİ BAŞLASIN!!!


Birini buldum, diğeri muamma benim hayalim olabilir. İyi Eğlenceler...
Lomography Gallery Store Istanbul
Adres: Şahkulu Mah. Serdar-ı Ekrem Sok. No: 5B Beyoğlu Çalışma Saatleri: Pzt - Perş: 11:00 - 19:00; Cum - Paz: 11:00 - 21:00 E-Posta: store.istanbul@lomography.com Telefon: +90 533 039 5370



Fotoğraflar Lomography sitesinden alınmıştır.

8 Kasım 2012 Perşembe

Gökten "The Beetle" düştü!



                Eskiye olan merak her alanda kendini göstermeye devam ediyor. Yok vintage yok retro derken eski sevdası her alanda yeniden canlanmaya başladı. Benim gibi bir eskici delisi için tabi bu durum oldukça zevkli ve keyifli bir şekilde ilerliyor. Eskiyi hatırlatan her şey bende ayrı bir ilgi uyandırıyor. Gerçi bu bir akım haline geldiğine göre etrafta  benden çokça olduğu bir gerçek. Neyse böyle lafı uzatmaktansa sadede gelmek gerek. Fiat 500'ün hayalimde araba hatta ilk görüşte aşık olduğum yegane araba olduğunu çevremdeki herkes bilir. Aşkıma ihanet etmiş olmayayım fakat geçtiğimiz günlerde düzenlenen Autoshow 2012'de Volkswagen'in The Beetle modelini görüp -ben diyim tosbağa siz diyin vosvos- bakakaldım. Tabi ben bakarken yarı çıplak ablaların ortaya fırlayıp arabanın önüne bir sürü hanzonun doluşmasına sebep olmalarına biraz uyuz oldum ama yine de beklemeye değdi. VW 'nin piyasadaki en sağlam arabaları ürettiğini hepimiz biliyoruz fakat pek tarz arabaları olduğunu söylemek zordu. İşte bu noktada The Bettle'lar tarz araba isteyen gençleri kapısında yatıracak derecede başarılı. İç tasarımından, yenilenmiş dış görünümüne kadar The Beetle fazlasıyla ilgi ve sevgi hak eden bir araba olmuş. Hatta bununla da kalmamış yenilenen her arabada olduğu gibi yanında istediğiniz tarzı yaratmanız için pek çok şeçeneği de önünüze sunmuş. Fiyatlara pahalı demek istiyorum, evet çok pahalı hatta gereksiz pahalı ama ülkede bu vergiler oldukça adamlar ne yapsın be kardeşim. Fırsat bulursanız The Beetle'ı  görün tabi beni Fiat 500'e olan aşkımdan vazgeçirecek kadar başarılı olamadı ama içim bi' hoş oldu ne yalan söyleyeyim.

                Ayrıca bu eski arabaların yeni versiyonları madem bu kadar tutuyor bire bir aynısından sınırlı sayıda üretip satışa sunsanıza gençler(Fiat-MİNİ-Volkswagen) belli ki eskiye meraklı büyük bir kesim var meydanda.

                Söylemeden geçemeyeceğim sırada bence Citroen olmalı ve 2CV modelini yenileyerek piyasaya sunmalı, sizce de zamanı gelmedi mi?

http://binekarac.vw.com.tr/the-beetle-main.aspx

7 Kasım 2012 Çarşamba

BORSALİNO


       Hiç canlı görmediğim; fakat Türkiye'ye gelse keşke dediğim markalardan biri de Borsalino. Bu İtayan şapkacı kökleri 1857 yılına dayanan en eski şapkacılardan biri. Dünya modasına yön veren İtalyan kardeşlerimizden böyle bir markanın çıkmış olması şaşırtıcı değil. Keşke bizde böyle markalar çıkarabilsek değil mi?

      Son dönemde markaların şapka koleksiyonuna ağırlık vermesiyle, aslında uzun zamandır unutulan erkeklerin belki de ne önemli aksesuarı şapkalar yeniden sokaklarda sıklıkla görülür olmaya başladı. Zamanında anayasaya bile girmiş olan şapkalardan ne ara vazgeçtik bilmiyorum ve açıkçası bilmekte istemiyorum. Geri dönüyorlar ya bu bile beni mutlu etmeye yetiyor. Çünkü benim gözümde saat takmak neyse şapka takmakta o. Bir erkeğin kullanabileceği en karizmatik aksesuar. Tabi küçük şapkacıların hayatta kalması artık pek mümkün değil. HM gibi 5TL ye gayet şık şapkaların bulunabildiği bir ortamda ben pek gözümde canlandıramıyorum böyle bir olasılığı, ha ama umarım olur o ayrı. Bizim ülkemizde zenginler için kalite veya moda sadece markalardan ibaret olduğu için el yapımı şapkalara pek itibar etmeyeceklerdir. Bu durumda bize özgü bir kayıp malesef. Neyse biz üretemesek dahi bari üretenleri takdir edelim değil mi? Bu noktada devreye Borsalino giriyor eminim ki büyük marka toplama mağazalarında bu marka şapkalara rasltamak mümkündür; fakat ben hiç görmedim. İşin açıkçası italya'ya gittiğimde de göremedim Borsalino'yu çünkü aklıma alışveriş gelmedi. Bilmeyenler için sunmayı ve tanıtmayı bir borç bilirim. Gitmesem de, görmesem de o şapkacı hayalimdeki şapkacıdır. Tanıyın, farkında olun yeter.


D.N: Fotoğraflar Borsalino'nun kendi sitesinden alınmıştır.


TOPMAN ROCKS



Türkiye'ye gelmiş ve nedense bir kaç mağaza ile sınırlı kalmış "Topman" gözden kaçırılmayacak kadar değerli bir marka. eğer olurda yılbaşı ikramiyesi bana çıkarsa ülke çapındaki haklarını satın alıp hak ettiği büyümeyi sağlamayı planladığım ilk marka demem de doğru olacaktır. Ülke sınırları içeriside cesur diye hitap edilecek tarzı olsa dahi yeniliklere açıksanız modanın sofrasından hem uygun hem lezzetli bir parça almak için bundan daha iyi bir seçim olmaz. Ruhu olan bir marka görmek isteyenler Topman'in kapıları sizleri bekler. Korkmanıza gerek yok, öncüler her zaman kazanır...
ROCK

yeni parfüm reklamı

6 Kasım 2012 Salı

Serra Yılmaz sevilmez mi hiç!




Sevdiğim şeyleri anlatacaksam eğer sevdiğim kişileri buradan eksik etmemem gerektiğini düşünüyorum. Ve evet sevdiğim kişilerin başında gelen kişilerden biri Serra Yılmaz. Hepiniz gibi bende Serra Yılmaz ile Ferzan Özpetek filmlerinde tanıştım ya da öyle sanıyordum desem daha doğru olacak. Çünkü Serra Yılmaz çok daha fazlası o Şekerpare, Anayurt Oteli, Tersine Dünya gibi filmlerin usta oyuncusu. Oyunculuğu hakkında övgüler yağdırmak isterim fakat buna pek ihtiyacı olduğunu sanmıyorum. Filmografisine ve dünya çapında ürettiği başarılı işleri inceleyerek bunun farkına varabilirsiniz. Eğer hala tanışmadıysanız buradan http://www.imdb.com/name/nm0948012/ bütün filmlerini sırayla izlemenizi tavsiye ederim. İzledikçe sevecek, sevdikçe daha fazlasını isteyeceksiniz ve bir gün sizde benim gibi bir sonraki filmini izlemek için sabırsızlıkla bekleyeceksiniz ya da keşke Ferzan Özpetek ile yeni bir film daha yapsalar diye umut edeceksiniz. 



  İnsanların asıl bilmesini istediğim şey benim tanıdığım Serra Yılmaz'ın ne kadar şahane bir insan olduğu. Geçenlerde Facebook duvarıma düşen bir kötüleme yazısı gördüm ve şoka girdim. Sonra  bu insanlar dinlemeyi ne zaman öğrenecekler yine ne oldu acaba diye kendi kendime düşündüm. Serra Yılmaz'ın savunmasını yapmak bana düşmez ama benim gözümle görmenizi sağlarsam ne mutlu bana. Bir kaç yıl önce Yüksek lisans yaparken satış danışmanlığı yaptığım bir mağazada tanıştım kendisiyle o kadar güler yüzlü o kadar sıcak kanlıydı ki bütün ekip olarak herkes bayılmıştı kendisine. Sonra tezimi Anayurt Oteli üzerine hazırlayacağım kesinleştiğinde Serra hanım ile bir kez daha karşılaştım ve tezim için benimle röportaj yapıp yapamayacağımı sordum, bir saniye bile düşünmedi . O kadar sıcak kanlı ve samimi bir insan ki, bana yurt dışına çıkıyorum dönüşte haberleşelim dedi. Havalimanından iner inmez beni aradı ve röportaj yapmak için aynı güne saat verdi. Şimdi anlatınca bu size ne var canım bunda gibi gelebilir. Fakat bunun ne kadar önemli bir şey olduğunu tez dönemi üniversite hocaları dahi sizi aylarca süründürüp çok yoğunum diyip başından savdığında anlayabilirsiniz ancak.  Ki bunu yapan kişinin ne kadar yoğun çalıştığını tahmin bile edemezsiniz. Dinleme süresinden kısıp, benim ödevim için zaman ayırmıştı bu bence büyük bir olaydı. Bu anlattığın Serra yılmazın sıcak kanlı, mütevazi tavrının sadece küçük bir örneği.  Serra Yılmaz'ı sevmek zorunda değilsiniz ama onun kocaman bir kalbi olduğunu görmezden gelmek nankörlük olacaktır.( Ey Serra Yılmaz'ı kötüleyenler kalbinizin üstüne örttüğünüz örtüyü kaldırdığınız gün siz de onun  alçak gönüllüğüne biraz yaklaşabilirsiniz belki.)  Ve kısacası böyle bir insanla tanışmış olduğum için buradan hayata teşekkür etmeyi bir borç biliyorum diyerek bitireceğim yoksa sayfalarca yazabilirim. Serra Yılmaz sevilmez mi hiç?

(Fotoğrafları internetten buldum sanırım bir tanesi Mehmet Turgut ama diğerlerini bilmiyorum bilen varsa yazsın belirtmeden geçmeyelim.)




(Tez dönemimde beni evinde ağırlayan usta sanatçı Macit Koper'i de unutmamak gerekir tabi ki)

31 Ekim 2012 Çarşamba

FERZAN ÖZPETEK VE ŞARKILAR




En sevdiğim Türk yönetmen Ferzan Özpetek, aynı zamanda en sevdiğim kültüre sahip ülkenin de yönetmeni.  İtalyan-Türk karışımı olmaktan gelen kültürel birleşimin belki de bugüne kadar ortaya çıkan en şahane örneği "Ferzan Özpetek Filmleri" dir. Aslına bakarsanız Filmlerin her birini göz önüne alıp tek tek övgüye boğar ve altına imza atarım; fakat benim burada dikkat çekmek istediğim şey bu filmlerin şahane müzikleri. Henüz görmedim ki bir Ferzan Özpetek film müziği sıradan olsun. Eski İtalyanca şarkılardan, ruhun en iyi aynası Sezen Aksu'ya kadar filmleri devleştiren şarkılardan bahsedeceğim size.  Yıllar önce, ergenlik yıllarımda, yabancı şarkılara ilgi duyduğum zamanlarda: Bir film izledim düşüncelerim değişti diyenler vardır ya işte ben onlardanım. Türkçe şarkıları ender dinleyen ben o dönemlerde kolay kolay  karşıma çıkmayacak bir şarkı ile tanıştım: "Bu Akşam Bütün Meyhanelerini Dolaştım İstanbul'un". O zamanlar farkında değildim belki ama şu anda en çok sevdiğim sanat müziği parçalarından birini Hamam filmi sayesinde keşfetmiş oldum böylece. Tabi bu keşifler sadece Türk müziği ile sınırlı kalmadı. Gracias a la Vida , Historia De Un Amor, Ma Che Freddo Fa, Una Notte A Napoli ve aklıma gelmeyen pek çok klasikleşmiş şarkıyı yine en sevdiğim yönetmen sayesinde tanımış oldum. Bütün bu şarkıların en önemli özelliği bence dünyanın neresinde olursanız olun tek bir kelimesini anlamasanız dahi hissediyor olmanız. Bu şarkılar söylemekle yetinmez, size hissettirir. Bir Ferzan Özpetek filmini izlemek aslında size farkında olmadığınız güzellikte şarkıların ve müziklerin bulunduğu gizli kalmış bir mabedin kapısının sunulması gibidir. Kapıyı açmakta, açmamakta size kalmış. Ama sözlerimi yanlış anlayıp  nostalji her zaman satarın arkasına saklanmış kolaycıların filmlerinden sanmayın.  Due Destini, Gocce Di Memoria, Kutlama, Birdenbire,  50 Milla gibi şarkılar bu filmler için yapılmış muhteşem çalışmalardır. Ve her biri gözden kaçmayacak kadar değerlidir. Kısacası Ferzan Özpetek filmleri sadece izlemek yetmez. Filmleri dinleyin, eminim sizde benim gibi hissedeceksiniz...




























3 Ekim 2012 Çarşamba

" To Rome With Love "

ROMA'YA SEVGİLERLE


Roma ah Roma. Roma'ya Sevgilerle filmini sabırsızlıkla beklemenin en büyük sebebi; Woody Allen yönetmenmiş, Barselona Barselona çok güzel filmmiş yok efendim Paris'te Bir Geceyarısı'ndan sonraki film için heyecanlanıyormuşum yalan dolan. Beni heyecanlandıran şey en büyük sebep Roma ve Roma'nın ne kadar şahane bir şekilde sunulacağı. Bu hevesle ayaklarım kaba etlerimi okşaya okşaya koştum salona. Filmi beğenen olur, beğenmeyen olur ona bir şey diyemem ama ben aradığımdan fazlasını buldum.Özetle Roma'yı! Film tabii ki sadece Roma'dan ibaret dersem büyük haksızlık etmiş olurum ortada oldukça başarılı zeka ürünü bir komedi filmi var. Her yönüyle bir Woody Allen filmi var sonuçta karşıızda. Woody Allen'nın En iyi filmi demek haksızlık olur; fakat tatmin edici düzeyde bir başarı olduğu kesin.
To Rome With Love 1- Espirilerin beyinle yapılması.
To Rome With Love 2- Roma'yı gezmek için 1 haftanın bile az olduğunun farkına varılması.
To Rome With Love 3.Lancia'nın Fiat'tan daha önde olması.
To Rome With Love 4.İç sesin her zaman haklı olması.
To Rome With Love 4,5-Önce seni öldürmek isteselerde, başarının ardından dost olunması.
To Rome With Love 5- Operanın güzel olması.
To Rome With Love 6- Arnavut kaldırımlarını İstanbul'da bozup asfalta dönüştürenlerin Allah'ından bulacak olması.
To Rome With Love 7- Seksi olan her şeyin İtalyan olması.
To Rome With Love 8-Köylünün, şehirliden güzel olması.
To Rome With Love 9-Roma'nın hangi ucundan bakarsan bak eşsiz bir manzarası olması.
To Rome With Love 10- Roma'dan her ayrılışın, mutlaka bir geri dönüşü olması.





18 Eylül 2012 Salı

Pantolon Mevsimi "Cheap&Nice"

            Eskiden erkekler için giyilebilecek sadece bir kaç renk vardı. Neden bir kaç renk? Neden renkli giyinmek sadece kadınlara özgü kabul edilmişti? Gibi bir çok soru var aklımda hala. Aslında hala böyle düşünen kişiler yok değil. Yeni jenerasyon içinde dahi renkli giyinen erkeklere laf atan bir grup kendini fazla erkek sanan bilinçsiz güruh mevcut. Neyse ki markalar bu tabuları birer birer aşıyor ve koleksiyonlarında erkekler için daha fazla renk seçeneğinin olduğu pantolonları satışa sunuyorlar. Pantolonda sadece lacivert, siyah, gri v.b. renkleri tercih etmek zorunda kalan erkekler artık istedikleri renkte pantolon bulabiliyorlar. Gerçi bu konuda en büyük cesareti sanırım Aşk-ı Memnu dizisinde kırmızı pantolon giyerek Kıvanç Tatlıtuğ gösterdi; ardından renkli pantolonlar daha fazla sahnede ki yerini almaya başladı. Ben bu durumu gayet sevdim açıkçası. Erkek adam renkli giyer mi diye mırıldanan sivriler kenara çekilsin devir erkeklerin kendini gösterme devri. H&M'in Türkiye'ye gelmesi şahane oldu giyim kuşama bakış açımız değişti böylece. H&M'in bu erken kış dönemi için satışa sunduğu bazı pantolonlar seçtim, yoksa bu kış cinlerin (kotların) papucu dama mı atılıcak? Yeni sezon açılsın; Pantolonlar çıksın meydane hepsi bir birinden  şahane...

DN: Fotoğraflar H&M'in Türkiye sayfasından alınmıştır.




14 Eylül 2012 Cuma

Altıncı Cadde



        Bilmiyorum nedendir Vintage denen şeyi çok seviyor olmama rağmen 80'ler ve  90'lar arasındaki bir dönemden nefret ediyorum. İğrenç kıyafetler, oldukça kötü tasarımlı arabalar, birbirinden çirkin hastane ruhu taşıyan binalar, kabuslarımla yarış edecek nitelikteki şarkılar... Kısacası tam tarih belirtememekle birlikte, bir dönem bütün insanların büyük bir histeri salgınına yakalandığını düşünüyorum. Tabi geçmiş peşimizi bırakmadığı gibi zevksizliğini de birlikte sürükleyebiliyor. Büyük oradan iyileşme gösterse de, estetik yoksunu durumlar günümüzde hala devam ediyor  bkz.Galata köprüsü altındaki ne idiğü belli olmayan kafe-bar konseptler. Seri üretimin  tüm zevksizliğine rağmen farklı olanı sunan bir site ile karşılaşınca ne yalan söyleyeyim heyecanlandım. Altıncı cadde, fark yaratmak isteyen, birbirinden estetik ürünler sunuyor. Her evde artık karşımıza çıkan çek-yat, baza, fiskos masası ve sehpa gibi çirkin eşyalar için kaliteli alternatifler sunan oldukça başarılı bir site. Fiyatlar biraz hayal kırıklığı olsa dahi İkea tek tipçiliğinden kurtulmak için bir fırsat niteliği taşıdığı su götürmez bir gerçek. Evinizi içinden 3 ev çıkacak şekilde eşyayla dolduracağınıza, aynı bütçeyle tek ev ama daha şık bir ev ortaya çıkarmanız mümkün. Piyasada eksikliği hissedilen bir boşluğu dolduracağına inandığım Altıncı Cadde'yi tavsiye etmekten mutluluk duyarım. 

DN: Resimler Altıncı Cadde'den alıntıdır.

Yeni Bakış Yeni Gözlükler


       Bundan 21 yıl önce doktor gözlük takmam gerektiğini söylediğinde "dört göz olacağım" diye ağlamaya başladım. O saçma sapan an hala hafızamda. Çünkü çocukların yetişkinlerden daha acımasız olduğunun farkındaydım ve dört göz olmaktan çok bana dört göz diyecekleri için ağlıyordum. Aradan yıllar geçti ve gözlüğüm benim ayrılmaz bir parçam oldu, özetle zorunluluktan güzel bir aşk doğdu. Birbirimizden hiç ayrılmıyoruz. Hatta son zamanlarda  gözlük artık "cool" kabul edilen bir aksesuar. Sağlıklı olanlar bile numarasız cam olan gözlükler takmaya başladı bkz. Hipster. Peki gözlük ne zaman çirkin, ne zaman güzel kabul edilmeye başlandı? İnanın bu sorunun cevabını bende bilmiyorum. Eminim ki hala gözlüğü çirkin bulanlar vardır. Eminim ki hala kendisine dört göz denilince üzülen çocuklar da vardır; fakat ben artık onlardan biri değilim. Öncelikle resimlerini gördüğünüz   güzel şeylere çirkin demek bana göre vicdansızlık. Ve yine bana göre dört göz yoktur, yanlış seçim vardır. işi uzmanına bırakmak gerekirse
bu link seçimlerinizde yardımcı olacaktır ama bence en iyi gözlük gözlükçü de bulunur. Tabi paragöz,  her taktığın gözlüğe çok yakıştı diyen, elindeki modellerden 5 tanesini gösterip hepsi bu diyen, en pahalı olanı seçip bence bunu almalısınız diye ısrar eden, ilk önce değerinin üç katı fiyat söyleyip ısrar ettikçe fiyatı düşüren iğrenç gözlükçülerle uğraşmayı göze almanız gerek. Ben kendi beğendiklerimi seçtim , fotoğrafları bu yazının yakınlarında olmalı. Sizde ne istediğinizi bilirseniz, eminim gözlüğünüz sizin en sevdiğiniz aksesuarınız olacak. Ha bu arada en son aldığım gözlüğe ilk önce herkes iğrenç dedi; şimdi ise çok güzelmiş diyor. Unutmamak gerek güzellik daima değişen bir algı, en doğru kılavuz yine kendinizsiniz.


DN: Gözlükler gerçek hayatta değişiklik gösterebilir, aldanmayınız...


23 Ağustos 2012 Perşembe

Bir İtalyan Rüyası "Fiat 500"




       Güneş hem doğarken hem batarken güzeldir. İtalya,  güneşin güzelliğini aydınlattığı cennet, benim için rüya. Bu bir İtalya rüyası. Daracık sokakları, kayalıkların üzerine kurulmuş eşsiz manzarasıyla büyüleyen kasabaları, lezzetli yemekleri, tasarımın ve zarafetin baştan çıkaran birlikteliği kısaca yaşama sevinci ve tabi ki "Fiat 500". O, İtalya sokaklarında tüm dikkatleri üzerinde toplayan küçük, zarif kıvrımları olan, ufak tefek ama alımlı bir İtalyan. Zamana inat, yaşlandıkça güzelleşen ve alımlılığından hiç bir şey kaybetmeyen bir İtalyan güzeli. 1950'de çıktığı yolculuğu formunda değişimlere neden olsa dahi hala eski cazibesiyle dünya üzerinde etkisini koruyan bu sevimli aracı bilmemek, tanımamak, güzelliğinden etkilenmemek eksik kalmak demektir. Yola çıktığında dikkat çekici olmak isteyenlerin tercihi "Fiat 500" hayalimdeki araç olmaya devam edecek...




Türkiye : 37.300TL'den başlayan fiyatlarla.
İtalya : 11.850€'dan başlayan fiyatlarla.
USA: 15.500$'dan başlayan fiyatlarla.
UK: 9.960 £'dan başlayan fiyatlarla.
Hollanda: 11.995€'dan başlayan fiyatlarla
Almanya: 11.600€'dan başlayan fiyatlarla.
Fransa: 11.900€'dan başlayan fiyatlarla.
Yunanistan: 12.450€'dan başlayan fiyatlarla.
Portekiz: 14.075€'dan başlayan fiyatlarla.
İspanya: 9.950€'dan başlayan fiyatlarla.
Polonya: 39.990PLN yaklaşık olarak 10.000€'dan başlayan fiyatlarla.
Japonya:1.950.000 JPY yaklaşık olarak 20.000€'dan başlayan fiyatlarla.

18 Temmuz 2012 Çarşamba

SAHİL BALIKÇILIK


  Avcılar trafik işkencesini atlattıktan hemen sonra yol açılır ve bir bakarsınız ki “Kumburgaz”dasınız. Önce vay iki günlüğüne de olsa kendimi Akdeniz kasabalarından birinde gibi hissediyorum dersiniz, ta ki denizi görene kadar. Ya da kaldığınız otelde havuz başında düğün vardır bla bla bla… Neyse Kumburgaz özetle görüntü itibariyle güzel, tatil için iğrenç bir yermiş bunu altyazı olarak belirtmek isterim. Gelelim asıl konumuza, yani E-5 kenarında konumlanmış  küçük aile işletmesi bir balıkçıya. Sahil balıkçılık bir aile işletmesi, bütün aile bir fiil lokanta içerisinde çalışıyor. O kadar sıcak insanlar ki daha siparişleri vermeden bakışlarıyla içiniz ısınıyor. Yemekler ayrı leziz! Eğer Kumburgaz’ın o iğrenç yosun dolu denizi, hizmet konusunda beş para etmeyen adı büyük otelini görmezden gelirsek bu balıkçı dişe dokunur tek bahane olabilir benim için. Lüks düşkünü, ay ben böyle ayak altı bir yerde yemek yemem diyen, burnu havada, ne oldum delisi bir insansanız buradan uzak durun; fakat ben salaş ve sıcak ortamları severim, yemekte güzelse benim kalbimi fetheder diyorsanız Kumburgaz’a gelmişken burayı kaçırmayın derim ben.

Q: Her şey hoş güzel; fakat yenmiş yemeklerin fotoğrafını niye çektin.
V: Ne yani o leziz yemeklerin önce fotoğrafını çekip sonra mı yeseydim.
Q: Evet.
V: Benim alnımda enayi mi yazıyor?
Q: Hayır.
V: Aldın sen cevabı
Q: Bence hala senin salaklığın bu!

16 Haziran 2012 Cumartesi

Ah Güzel Sorrento




Aradan çok zaman geçmedi; fakat ben yinede özledim Sorrento'yu. Leziz yemekleri, her adımda her üründe karşımıza çıkan limonu, özlemek için havası bile yeterli olur kanımca. Hayatımda ilk kez tavşan eti yediğim ve şu anda vicdan azabı çekmeme neden olan deneyim bile bu durumu değiştirmiyor. İtalya sınırları içerisinde yediğim en iyi ikinci makarna ve yediğim kesinlikle açık ara farkla en iyi limonlu dondurma. Daracık sokakları, dağ (ya da tepe ayırt edemedim şimdi) yamaçlarına yapılmış sevimli evleri, heykellerle süslenmiş parkı.  Küçücük balkonunda oturup palmiye manzarasını izlediğim, sevimli otel ve sahibi. Evet ülkem sınırları içerisinde Çeşme, Alaçatı gibi yerler dururken ne gerek var Sorrento'ya diyebilirsiniz; ama var. Sırf o italyan tarzının tatil beldesi kavramına kattığı tat için dahi gerek var Sorrento'ya.  Sonbahar gibi İtalya'nın en güzel olduğu bir zaman diliminde gittiğim için sokaklarında huzur bulduğum küçük bir anı benim için, sadece anı olarak kalmamasını hayal ediyorum şimdilik.
Q
Herşey turistik burada da yahu.
V
Eee, parayı veren düdüğü çalıyor ne de olsa.
Q
Öyle olsa da, kendine has havasından hiçbir şey kaybetmemiş.
V
Ben fazla sıradan buldum burayı.
Q
Bende sokakşarında bisiklet sürdüğüm, iki katlı küçük evimde yaşadığım. Öğleden sonra denize gidip, geldiğim bir yaşlılık hayaliyle aşık oldum buraya.
V
Bende aynı hayali çocukluğumda olsaydı keşke diye kuruyordum.
Q
Tam ortada karşılaşmışız demektir bu, bundan sonra uzaklaşma dönemine gireceğimizin kanıtıdır bu.
V
Laga luga yapma bana. Git şuradan bir limonlu dondurma al yiyelim.

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Mucize Lezzetler







Yemek tarifleriyle sanat eserleri çıkaran kadın. 

Neden bu program hakkında yazmayı tercih ettim bilmiyorum. Dahası neden tam format değişikliğine gitmeyi planladığım düşüncelerin üzerinden geçen bir kaç günün ardından, tavsiye etmek için bir tv programını; özellikle bir yemek programını seçtim hiç bilmiyorum.  Yemek yapmayan biri olarak neden yemek programı izlediğim ise büyük bir muamma. Fakat şundan kesinlikle eminim ki Refika Birgül bir sanatçı. Yemek tariflerini hatta lezzetlerini geçtim. Aslında günlük yaşamda kullandığımız,  çoğu zaman kenara attığımız malzemeleri sunum için kullanan. Renkleri birbirleriyle ahenkli bir biçimde harmanlayan bir usta. (Hani sanatçıydı, ustalık nerden çıktı diyenlere:  Evet her sanatçı bir ustadır benim gözümde. ) Yaptığı yemekler lezzetli veya değil bilemiyorum; fakat  kesinlikle programın sonunda yemekler yendiği zaman içim gidiyor. O estetik görüntüyü bozmaya nasıl kıyıyorsunuz be diye bağırmak istiyorum tabi bir diğer yandan da hak vermeden edemiyorum.  Peki şimdi durup düşündüğümde Refika Birgül'ün reklamını kim yaptı, ben görmedim. Bir kitabı vardı görmüştüm (gerçi kitap bastırabilmek mucize şu dönemde o ayrı bir konu), peki başka? İşte burada da ayrı bir beceri mevcut fark edilebilir olmak. İngilizlerin Jamie'si varsa, artık bizimde REFİKA'mız  var.

Q: Olum neden yemek programı izliyorsun, açta haberlere bakalım.
C: Burası zaten haber kanalı az beklersen izlersin.
Q: E, bu yemekleri yapan kadın Kıbrıslıymış.
C: N'oldu ilgini mi çekmeye başladı.
Q: Hayır, neden şivesi yok diye şaşırdım.
C: Mantığa bak! Sende Karadenizlisin sende neden şive yok?
Q: Doğru. Karnımı acıktırdın, cezalısın git bana sandviç yap.
C: Bir sus ya.
Q: Hıı zaten dünya meselesi dönüyor dimi orada. Sanki bir kere yemek yapmışlığın var da, kadın gibi oturmuş yemek programı izliyorsun.
C: Aşçıların çoğu erkek biliyorsun değl mi, geyiğine girmeyeceğim seninle.
Q: Neyse sustum otur izle.
C: Ya sabır.
Bir süre sonra.
Q: Acaba bekar mıdır?
C: Yuh, bakış açısına bak.
Q: Espri yaptım be, ne kızıyorsun. Yemekler çok güzel gözüküyor baksana. Ohhh mis gibi yediler bile.
C: Yani bir program zevkim var, onun da içine taş koydun. Ayrıca espri olmasa ne olur sen hiç sanatçının, odun severini gördün mü?


                       http://www.mucizelezzetler.com/
             
                       www.idefix.com

 

17 Mayıs 2012 Perşembe

Külhanbeyi Müzikali



Q:  Gelecek sene bu oyunu izleyemeyecek miyiz şimdi biz?
Z: Oynanır, oynanır merak etme.
Q: Eğer oynanmazsa izlemeyenler için büyük kayıp.
Z: Onlarında çok umurundaydı ya zaten.
Q: Olmalı. Zamanında Aşk hastası diye bir oyun vardı, bilirmisin?
Z: Hayır.
Q: İşte bence bu yüzden çok şey kaçırmışsın demektir. Eğer ben bu oyunu izlememiş olsaydım işte o zaman ben çok şey kaçırmış olacaktım.
Z: Gelecek sene oyun oynamazsa o çarıkları satarlar mı acaba?
Q: Kasap, koyun ilişkisine yeni bir boyut kattığını söyleye bilirim şu anda.
Z: Ne var ya gözüm kaldı.
Q: Oyunun sonunda söylenen "Biz bize benzeriz" cuk diye bir ses çıkardı duydun mu?
Z: Haha çok espritüelsin canım be.
Q: Oyunculara ne demeli, fesi çıkarınca keli görünen abi gayet iyiydi. Bence Bakırköy belediye tiyatrosu için şahane bir oyuncu ki Aklı Havada oyununda da gayet başarılı bir iş çıkarmıştı.
Z: Valla benim favorim neydi şu dangalak katibin adı yahu.
Q: Anladım şu gözlüklü olanı diyorsun. Sahi neydi.
Z: Duyanda oyunu izleyeli bir ay oldu sanacak şimdi  çıktık be oyundan.
Q: Münir Rüştü Bey.
Z: Bingo! İşte ben ona bayıldım.
Q: Dekor, özellikle müzik  ve kostüm. Ah birde boğulmasaydık o sis bulutunda. Yok yok usta işi bir oyundu.
Z: Yine gelelim, seneye yine gelelim.
Q: Aman biz bize benzemeyelim de geliriz üstadım, yine geliriz...           



8 Mayıs 2012 Salı

24 Saatin var! "DÖRDÜNCÜ BRIEF"

DÖRDÜNCÜ BRIEF :

Digiturk Erotik Paket - 6 Ay HD hediyeli

Erkeklere yönelik bu kampanyada erotik paket satmanı bekliyoruz.
Fırlama ama okuyanı rahatsız etmeyecek bir çalışma olsun.
Ayrıca, genel olarak Digiturk'te içeriğin zenginliği ve niteliği üzerine gidiyoruz. Çünkü bu, bizi rakiplerden ayrıştıran en büyük kozumuz.
Özetle: "Kaliteli içerik. Üstelik 6 ay HD kalitesiyle!"

İş kalemleri:
1. Digiturk üyelerine mailing
2. Erkek ve spor sitelerine banner çalışması


ELİMİZDEKİ İMKANLAR SINIRLI 24 SAAT İÇİNDE İŞE YARAR TEK PROGRAM PAİNT OLUYOR BÖYLECE.









DN : Bu yazıda (24 saatin var!) geçenler hayal ürünü olup, bir ajansın ön görüşme briefleri için 24 saatte hazırlamam istenen eski çalışmalardır. Adı geçen Markalar ve Ajanslar ile hiçbir ilgisi yoktur. Ayrıca fotoğraftaki hanımefendi 24 saat içerisinde bulabildiğim tek şuh kadındır. Kendisini tanımam, konuyla alakası yoktur. Markayla ve erotizmle hiç mi hiç alakası yoktur. (DİKKAT)

24 Saatin var! "ÜÇÜNCÜ BRIEF"

ÜÇÜNCÜ BRIEF :

Atlasjet İran (Tahran) seferlerine başladı. Yapacağın çalışma hem bu uçuşların duyurusu niteliğinde, hem de bu seferlerdeki jetmil kazanımını duyurmak amacı ile yapılıyor.

İş kalemleri:
1. Jetmil üyelerine mailing 
2. Atlasjet.com için banner çalışması
3. Jetmil.com için banner çalışması


ELİMİZDEKİ İMKANLAR SINIRLI 24 SAAT İÇİNDE İŞE YARAR TEK PROGRAM PAİNT OLUYOR BÖYLECE.









 
DN : Bu yazıda (24 saatin var!) geçenler hayal ürünü olup, bir ajansın ön görüşme briefleri için 24 saatte hazırlamam istenen eski çalışmalardır. Adı geçen Markalar ve Ajanslar ile hiçbir ilgisi yoktur.